Çok korkuyorum.
Ama yapabileceğim hiçbir şey kalmadı.
Görünmeden yaşama olanağım olsaydı keşke.
Mümkün değil.
Yazmaktan başka bir yol bulamadım.
Çok yolculuk yaptım.
Şanslı bile sayılırım.
Avutmadı beni, tutmadı.
Şimdi bu okuduklarınız, dünyayı sarsmayacak belli ki, belki kimseye bir şey olmayacak benden başka.
Yazıdan geçti yollarım.
Hep acemisi olduğum, bir türlü öğrenemediğim “dünyada olmak” hali, içimi alıp masalara yatırdığım, delik deşik edip, sonra da onarmaya çalıştığım günden bu yana kuyu etkisi yaptı. Kılıcım kınında durmadı. Çok uğraştım ama tutamadım. Çıkardım, kestim kafasını içimden gelen seslerin ve kuyuya döndüm çaresiz. Sürüden ayrıldım. Başka bir sürüye katılmaktansa kurtla dost oldum. Farkında olmaz bazen insan, usul ve ustaca kesiliverir yaşamdan.İpe dizdiği boncuklar gibi biriktirdikleri etrafa saçılır, hiç olur. İp kopmuştu, kılıcım da kınındaydı üstelik. Sonrası cehennem. Karanlıkta oraya buraya çarpmadan yürümeye çalışırken – koşmaya değil yürümeye – İşte orada duruyordu. İkimiz boncukları toplayıp dizmeye başlamıştık çoktan. Kırılmış, parçalanmış olanları ayırmaya tek tek...Hüznüm çıktığı yere, dudaklarımın kenarına yerleşti yeniden. Ta en baştan, tırnaklarımın içinde bile, ucunda ve en bilinmeyen yerinde bir sızı, pervasızca dolanan, o aldırmaz, uslanmaz, iflah olmaz sızı, benim sızım,telaşla, çabucak saran, sarsan ve giderek, bilerek arsızlaşan sızı, bütün heybetiyle içimdeydi. Hiçbir yere koyamadığım hatta yerine hiçbir şey koyamadığım benim sızımdı o.
Bir kuyudayım.
Kendimi sınıyorum.
Gövdemi, ellerimi, sesimi sınıyorum.
Bir sayıklamada,
Göz bandı,
Tazyikli su,
Islak,Nemli,Küflü,
Giderek artan voltajda
Bir silüet,
Lime lime,
Koku,
Ardından korku,
bir kaç dakika süren...
Karanlık bir dehlizde,
Söze dökülmüş ne varsa dondu.SUS!
Bir kozada,
Derinde,
Hiç bitmeyecek-miş- gibi gelen.
Canım acıyor...
Orada ve her yerde tekbaşına.
Sarı bir Eylül’de Postallarbir çocuğun düşlerine ve oyuncaklarına karıştı, orada ertelendi ergenlik.
Özenle sarıldı, naftalinlenerek sandığa kondu.Hayır, bunları yazmayacağım.
O çocuğa, burada, söz’ün bir heyelan olduğu yerde, gözlerinin içinden, koşulsuz geçip, yüreğinde kocaman bir salıncak kuranlar da oldu...
“Beni neden yazıyorsun ki?”dedi.
Yüzü ne kadar da serindi.
Çamaşırlarımız aynı kapta yıkandı birbirine karışarak, gözlerimizin içine doğru birbirinden, bir zaman, dolu dizgin atlar gidip geldi, bir yastıkda sayıkladık...Daha ne?
Nerede durması gerektiğini bildiğinden - hikayemizin en can alıcı çiçeği kadar- çürümeye direngen.
Dünyaya doğarken sessizliğin o facia çığlığıyla donanmış olan, dünyada olmayı birlikte öğrenmeye çalışırken, dağılmış boncukları ipe dizip yeniden.
Adınla çağırdım seni.Yüzünde; içinden geçerek, yüzüm...İp koptu!
Kimbilir daha kaç kere kopacak...
YAZI MI TURA MI?
Uzaklara bakabiliyor musunuz?
Mesela yürüyeni olmayan bir sokağa bakar gibi.
Yüzünde uzadı yollar.
Uzaklara bakabildim yüzünde.
Vahi; “unutun” dedi, yaşanmış olana ortak olmak yasak.
Ay sudaki aksini unutup gizlendi.
Yüzü; her adımda, kendine dönerek başlangıcı olmayan yolculukların iç acıtan gel-gitleri oldu.
İlkel bir ayin gibiydi yüzü.
Dedim ki; neyin var?
Dedi ki; kanatlı tahta kapılar, üzerlerindeki demir halkalarını vurarak birbirlerine, kapandılar. Törene; bir derviş selamıyla, şarap eşliğinde geldiler.
Sözün faydası olmaz dedi başımı çevirdiğimde yokolmuşsa gökyüzü.
Dedim ki; ellerin yok.
Dedi ki; O’nun bedeninde unuttum ellerimi, bir kısrak kıvraklığında, ateşten çember gibi dönerdi ve ben duru sulara salmıştım sanki parmaklarımı.
Dönerdik.
Biz döndükçe parmaklarım kayboldu.
Sonra da ellerim.
Yalnızca ellerim mi? Benliğim. Ben. Kayboldum.
Faydası olur muydu durmanın?
Yüzü söyledi.
Dedim ki; dinlemek istiyorum, haydi anlat bana öykünü.Güldü. Gülüşü çığlık oldu.
Sonra uzun bir öksürükle karıştı çığlığı boşlukta. Yankılandı, azaldı ve yitti.
Ay saltanatını sürüyor, döndüğünü gizliyordu. Belki de bir oyundu bu. Susmuştu yüzü.
Düştü sözleri. Gözbebekleri bulandı.
Yüzünün pencereleri demirliydi.
Demirlerin üzerinde tel örgüler vardı. Kirpikleri sık sık açılıp kapanıyordu.
Ses yoktu.
Yüzünde “bir çocuğun sabun kokulu saçları” savruluyordu, rüzgarla yarışan taylar gibi. Zamandan habersiz, öncesi ve sonrası olmayan, sonsuz bir şimdiki zamanda yaşayan ve yaşadığı yeri sınırsız bir oyun alanı belleyen, saçları sabun kokan çocuk yüzü.
Az sonra, az sonra olacak ve şimdi.
Düşlerini ve kostümlerini alacaksın yanına, yüzün; kendi yatağında akacak önce, sonra, “ başka ruhlarla” buluşup, birlikte akacak bir süre.
“ Ağırlamak” dedi yüzü. Kendinden bildiklerini a- ğır-la-mak!
Yanındaki yakınındır yüzü.
Neşeli dişlerine acını emanet edip, yola çıktığın ve tekbaşına denize döküldüğün yerde, bir uzun hava oldu yüzü...
Gözlerine güvenen görebilir...
...
Türkçe bilmeyen anasının, söze; yüreğinden gözlerine kurduğu köprüde, “zor konağında” yürürken dokuzuncu yılında, ölümüne susmuş. O hayali muhteşeme dokunmak istedikçe, bir ateş topu olmuş o ellerinde, onyıllarca yanmış.
Fonda bir çocuk; içini ısıtan bu yüzün “zorkonağını” sığdıramamış küçük yüzüne.
O çocuk büyümüş.“ Kamber Ateş Nasılsın?”
Fondaki çocuk der ki; ertelediğin her şeyi sığdır şimdi güzel yüzüne, acele et, dil yalan söyler, aslolan senin yüzün!
Gözlerine güvenen görebilir.
KALANLAR...
Ayna gibi bir aklık uzanır gider. Ipıssızdır. Birden, içe sıkıntı çökerten acı bir çığlık bu susukunluğu yırtıp dağıtır. Tarifsiz bir inilti, perde perde yükselip alçalır. Damarlardaki kanı donduracak kadar korkunçtur. Soluk keser. Bir zaman suskun havada dalgalanır. Sonra söner, duyulmaz olur. Eski ıssızlık çöker yeniden.Az sonra, ürküntü veren o inilti gene sessizliği yırtar. Acı doludur. Yaralı ölmek üzere olan bir hayvanın iniltisine benzer.Sürekli hareket ediyor. Eli, kolu, bacağı, yüzü...Bakışları sır. Bir mengenede sıkıştırılıyormuş gibi. Sanki; hayatın onun üzerinden geçerek devam ettiğine inanmış da bırakmış bedenini. Hoyrat!Görünenin ardında ne varsa, üzerine tonlarca rakı, milyonlarca sigara istifleyip gitmek istiyor.Tek bir hayatı, biricik hayatını, parçalara bölüp, yırtıcı bir hayvanın önüne atmış. Bütün işini gücünü tamamlamış.Adını da parçalamış, yüzünü de!Bir bakışı var, şaşkın. Unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi, kaybolur sonra hızlıca.İnsan yüzlerinde ne çok hikaye var. Ne çok söz patlamaya hazır. “Şarkılar kimin için?” dedi.Yüzü yüzüme karıştı. Boynuma, saçlarıma, göğsüme...Ağzımdan içime doldu bütün hikayesi, hikayeme karıştı.Yüzüm, yüzünde, gözlerinde, bedeninde kayboldu.Yüzünü yüzüme döktü Bir kadından – bir adamdan her şey ve hiçbir şey oldu.Yüzümde bir gülümseme asılı kaldı. Yüzü, yüzümde çiçek açtı.“senin kendine bile eyvallahın yok” dedi.Yüreğimi; korkuyla, acıyla, terkedilmişlikle, yalnız bırakılmışlıkla, ayrılıkla, çığlıkla, gözyaşıyla, kar ve yağmurla, karanlıkla, çamurla, güneşle, denizle, havayla, otla, cesaretle,öfkeyle, aşkla, ölümle yıkadım ben!Güneş battıktan sonra, uçsuz bucaksızdı deniz.Öfkesini gizlemiş,sakin görünüyordu. Yüzü; uçsuz bucaksız denizdi ve bana bakıyordu.Çekseydi beni de keşke.Bütün gün, bütün akşam, bütün gece baktım sadece yüzüne.Anlam mı arıyorum?Zaten çok anlamlı da okumaya mı gayretliyim?Gayretli miyim?Öylece duruyorum.O’ndan ve Ben’den BİZ olabilme ihtimalini hiç düşünmeden, kendiliğinden...Bakıyorum.Adını bağrına bastı deniz. Adı denizin bağrında şimdi, çocuklar oynuyorlar içinde.Yüzü çocuklar oldu.Özlüyorum!Bir ihtiyacı, bir olanağı, “başka bir şeyi” özler gibi değil. Hiç “başkası” olmamış olanı özlemek gibi özlüyorum.Coşkular çoğaltıyorum ıssız bir yüzden kalan ne varsa. Kedere benzer bir şey de oluyor, nasılsa eksilecek tüm kederler diye, gülümsüyorum ben de...Şimdi,Yüzü hiçbir yere benzemiyor. Temkinli bir uzaklıktan bakıyor bana.Yüzüme döktüğü yüzü çığlık çığlığa, avaz avaz oysa. Adını derin bir soluk yapıp tutuyorum içimde. Soluğumu tuttum.O soluktan bir hayat çıktı. An. Şimdi. Bir hayat, bir an’dır. Şimdi’dir! Sonrası muhasebe....5.katta, terasta, içimin yüzüne ısındığı yerde tüm hesapları kapattım. Gözlerime güvenememişim.İp koptu, boncuklar bu kez daha geniş bir alana yayıldı. Kimisi kayboldu.Onun nerede olduğunu bilmiyorum. Gitti mi? Geri gelecek mi? Bilmiyorum. Sır. Sadece geceleri açan çiçekler gibi, kapıdan gelecek sese hazırlanıp bekliyorum. Güneş doğar doğmaz, yeniden başlıyor o ıstırap.
Soluyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Uykusu kuytularda saklanan kuyular bildim, bu yüzden rüyaların firar olduklarını düşündüm hep,...
YanıtlaSilSizi takip etmek, beklenmedik bir serüven tadında efendim....
Eywallah...
YanıtlaSil